Kuran ile Konuşmak
Hacca gidiyordum.
Irak-Suriye topraklarından geçerken yalnız bir kadına rastladım. Selâm verdim;
selâmımı “Söz olarak Rahîm bir Rabden selâm sözüdür onların duyacağı” (36:58) âyetiyle aldı.
“Buralarda ne yapıyorsun?” diye sordum. “Allah kimi yoldan çıkarmışsa, ona yol
bulduracak yoktur” (7:186) âyetini
okudu. Anladım ki, yolunu kaybetmiş.
Nereye gittiği soruma “Bir gece kulunu Mescid-i
Haram’dan alıp Mescid-i Aksâ’ya
götüren Allah’ı tesbih ederim” (17:1)
âyetiyle karşılık verdi. Anladım ki, geçtiğimiz hac
mevsiminde haccını tamamlamış, Kudüs’e gidiyor.
“Ne zamandan beri böyle yolunu kaybettin?” dedim. “Tam üç gece (yani üç
gündür)” (19:10) dedi.
Yiyecek verme teklifinde bulundum. “Sonra orucunuzu gün batıncaya kadar
tamamlayın” (2:187) âyetini
okudu.
“İyi de Ramazan’da değiliz” dedim. “Kim Allah için nafile bir hayır yaparsa,
Allah her hayrın karşılığını verendir, her şeyi hakkıyla bilendir” (2:158) âyetiyle cevap verdi.
“Yolculukta oruç açılabilir” dedim. “Ama orucu tutarsanız, bu hakkınızda daha
hayırlıdır” (2:184) âyetini
okudu.
Niye benim gibi konuşmadığını sordum. “Ağzından tek bir söz bile çıkmasın ki,
yanında onu gözleyen ve o sözü kaydetmeye hazır bir gözcü bulunmamış olsun” (50:18) dedi.
“Kimlerdensin?” diye sordum. “Bu konuda bilgin yok (ailemi söylesem de
tanımazsın). Sonra göz de, kalb de (görmeden, kesin
bilgiye dayalı olmadan verdiğin her hükümden) sorumludur” (17:36)
âyetiyle cevap verdi.
“Hata ettim, hakkını helâl et!” dedim. “Bugün size kınama yok. Allah, sizi
bağışlasın” (12:92) dedi.
Deveme bindirip kafilesine ulaştırma teklifinde bulundum. “Hayır
adına ne işlerseniz Allah onu bilir” (2:215) âyetiyle
mukabele etti.
Devemi yanına getirdim. Binecekken, “Mü’min erkeklere
söyle, bakışlarını sakınsınlar” (24:30) âyetini okudu.
Gözlerimi çevirdim; binecekken deve ürküp kaçtı, bu arada elbisesi az yırtıldı.
“Başınıza musibet olarak ne gelirse, bu bizzat işleyip, onu hak etmeniz
sebebiyledir” (42:30) âyetini
mırıldandı.
“Sabret, deveyi bağlayayım!” dedim. “Bu hususta Süleyman’ı anlayışlı ve daha
isabetli davranır kıldık” (21:79) âyetini
okuyarak, devemi yönlendirme konusunda benim daha başarılı olduğumu kasdetti.
Deveye bindi ve “Bunu bize baş eğdiren Allah’ı tesbih
ederim; yoksa bunu biz başaramazdık. Ve sonunda şüphesiz Rabbimize döneceğiz!”
(43:13-14) âyetlerini okudu.
“Haydi!” diye deveyi hızlandırdım. “Yürüyüşünde (ve davranışlarında) vakur ol
ve sesini yükseltme. Seslerin en çirkini, (bağıran) eşeğin sesidir!” (31:19) mukabelesinde bulundu.
Yürürken şiir okumaya başladım. “Kur’an’dan
kolayınıza geleni okuyun!” (73:20) dedi.
“Şiir okumak haram değil ki!” dedim. “Bu hususu ancak gerçek idrak ve basiret
sahipleri düşünüp anlar!” (2:269) cevabını verdi.
Bir süre gittik; sonra evli olup olmadığını sordum. “Ey iman edenler! Cevabı
verildiğinde sizi üzecek meselelerden sormayın!” (5:101)
âyetini okudu.
Derken kafilesine ulaştık ve “Kafile içinde kimsen var mı?” dedim. “Mal ve
evlât dünya hayatının süsüdür!” (18:46) dedi.
Anladım ki, evlâdı var. İsimlerini sordum. “Allah İbrahim’i dost edindi; Allah
Musa ile konuştu; Ey Yahya, Kitab’a kuvvetle tutun!”
(4:125, 164; 19:12) âyetlerini
okudu.
“Ey İbrahim, ey Musa, ey Yahya!” diye kafileye seslendim. Nur yüzlü üç genç
“Buyur!” diye çıkageldi. Onlara para verip, “Bununla içinizden birini şehre
yollayın! Yemeklerin helâl ve temiz olanına baksın ve size bir yiyecek getirsin.
Dikkatli davransın!” (18:19) dedi.
Yiyecek gelince bana, “Geçmiş günlerinizde yaptıklarınızın karşılığında şimdi
afiyetle yiyip için!” (69:24) dedi.
Çocuklara, “Annenizin bu durumunu bana söylemezseniz bu yemekten yemem!” dedim.
“Annemiz” dediler, “Ağzından Cenab-ı Allah’ın
gazabını çekecek yanlış bir söz çıkar korkusuyla 40 yıldır böyle sadece Kur’an’la konuşur.”
Tebe-i Tâbiîn
neslinden Abdullah ibn Mübarek hazretleri anlatmıştır.
İbn Mübarek, bu hadiseyi Kur’an’da
her şeyin bulunduğuna delil olarak anlatırdı.