HERMETİZM: EFENDİ'NİN YORUMLARI





Hacı Ahmet Kayhan Efendi, Edouard Schuré’nin Büyük İnisiyeler (Üstadlar) [Paris, 1889] kitabında verilen Hermetizm tasvirinde, tasavvufun eski çağlardaki portresini buluyordu. Nasıl ki İslamiyet her çağda mevcut olmuşsa—Allah'ın Bir'liği inancı, önceki peygamberler tarafından da anlatılmışsa—aynı biçimde, onun bâtıni (içsel) yönü olan tasavvuf ta (yani İslam mistisizmi/gizemciliği de) her çağda var olmuştur. Dede’nin görüşüne göre, burada anlatılan şekliyle Hermetizm, tasavvufun önceki “sürüm”lerinden biri idi. Aşağıda Efendi’nin, Hermetik merasimlerde rastlanan semboller ve şifreler konusundaki açıklamaları yer almaktadır. Bu açıklamalar, “Hermetizm: Zamanının Maddi-Mânevi Üniversitesi” olarak ta bilinen çeviriyi temel alıyor.

Efendi çok açık bir şekilde, bu yazıya verdiği değerin, haram şehvet (Şehvet İmtihanı) konusunda anlatılanlardan kaynaklandığını vurgulardı. Ayrıca zaman zaman, yazının başka yönleri hakkında da yorumlarda bulundu. Aşağıda görülebileceği gibi, Efendi'nin bu açıklamaları, Schuré'nin hayalgüçlü anlatımını desteklemektedir. Birçok yerde Efendi, anlatılanlara sembolik bir yorum getirmektedir.

Metnin kendisi,
düzyazı halindedir. Efendi'nin yıllar boyunca yaptığı yorumlar koyu olarak verilmiştir. Benim yaptığım eklemeler ise, [italik olarak köşeli parantezler] içindedir.





Hermetizm, tasavvuf ve riyazetin giriş kapısıdır. Yedi nefs mertebesi, burada anlatılmıştır. Hermetizm geleneği İslam’da, Tasavvuf’ta devam ediyor.

Hermetizm'e Giriş Merasimleri


Bunlar Tasavvuf’ta hep var. Hermetizm’de anlatılanlar, sülûk (mânevi yolculuk) sırasında hep olur, ortaya çıkar. Ama oradaki gibi bir imtihan salonunda değil, normal hayatın içinde ve tefekkür sırasında.

Hermetizm dinine girmek isteyen talipler, Teb veya Menfis mabetlerine giderlerdi. Talibi, muazzam ve muhteşem tapınakta bir rahip karşılardı. Rahip bu genci odasına alır, onun kim olduğunu, nereden geldiğini ve nerelerde tahsil ettiğini sorardı. Bu adamın zekâ ve kabiliyetini ölçerdi. Eğer yüksek ilimleri kavrayabilecek bir yetenekte ise, orada alıkoyardı. Yetenek gösteremezse tapınaktan çıkarırdı.

Şimdi milli eğitim de bu tarafa doğru gidiyor.

Rahip genci alarak mabedin iç avlularından geçirdikten sonra, kaya içine açılmış ve üstü açık bir geçitten geçirirdi. Burada iki taraflı sfenksler diziliydi. Bu geçidin sonunda küçük bir ibadethane bulunmaktaydı. Burası yeraltında bulunan mezarların giriş yeriydi. Bu mabedin kapısı önünde İsis'in insan boyunda bir heykeli vardı. İsis oturmuş bir halde olup, dizleri üzerinde kapalı bir kitap bulunmaktaydı. Yüzünde bir örtü olan heykelin altında şunlar yazılı idi: “Hiçbir fâni, benim yüzümün örtüsünü kaldıramamıştır.”

[“Sen benim yüzümü göremezsin, fakat şu dağa tecelli edeceğim. Eğer dağ yerinde kalırsa, beni görebilirsin.” Fakat Allah dağa tecelli ettiğinde, dağ paramparça oldu (7:143). Bu, şu anlama geliyor: “Beni benle görürsün.”]

Buraya gelen rahip, gence: “Burası gizli ve mukaddes bir yerdir. Şu iki sütuna bak. Kırmızı olanı, ruhun, Osiris'in ışığına yükselişini temsil eder. Siyah olanı ise, ruhun madde içinde hapsolunduğuna işaret eder. Bizim ilmimize ve inanışlarımıza talip olan her kim olursa olsun, hayatını tehlikeye koymuş demektir. Hain ve kalbi zayıf olanlar burada ya deli olurlar, yahut da ölümden kurtulamazlar. Yalnız temiz kalpli olanlar hayat bulurlar. Birçok insanlar, bu kapıdan girdikleri halde geriye dönememişlerdir. Burası öyle bir çukurdur ki, içinden ancak cesur olanlar çıkabilir. Bunun için uğrayacağın tehlikeleri iyice düşün, kendine güvenemiyorsan vazgeç. Çünkü kapı üzerine kapandıktan sonra, bir daha açılmaz.”

Bu sözleri korku ile dinleyen talip, bütün cesaretini toplayarak: “Hepsine razıyım” deyince, rahip genci dış avluya çıkarır, orada duran bir hademeye teslim ederdi. Talip bu mabette bir hafta alıkonur, en sefil işler gördürülür, okunan duaları dinler, kendisine katiyyen dünya kelamı ettirilmezdi. Bir hafta çilesini burada tamamlardı.

Bundan sonra iki rahip muavini genci alırlar, mukaddes mabedin sırlarını göstermek üzere bir dehlizin önüne bırakırlardı. Artık burada talip, esrarla dolu bir âleme girişin başındaydı. Bu karanlık dehlizin gerisindeki odanın iki tarafında vücudu insan, başı hayvan olan heykellerle, aslan, boğa, avcı kuşları ve yılan heykelleri dizili idi. Meşalenin ışıkları bunları aydınlatmaktaydı. Bu korkunç geçidi bir tek söz söylemeden geçmek lâzımdı. Burada bir mumya ve insan iskeleti de bulunmaktaydı.

Bu hayvan başlı, insan vücutlu heykeller, hep insanın içinde. Bunlar çeşitli nefs mertebelerini anlatıyor. Bir mürşit bunları riyazeti sırasında kendi bedeninde hep görür. Talip, ordan geçerken korkuyor. Ölüm korkusu—“geçemezsin.” Ayrıca, tefekkür sırasında bunlar hep ortaya çıkar. İnsanın kendi içindeki çirkin suretler. Sonra arındıkça, güzel suretlere bürünür.

İki rahip muavini gence duvar içindeki bir deliği gösterirlerdi. Burası o kadar basık bir geçidin girişi idi ki, yerde sürünmeyince içine girmek mümkün değildi. Muavinlerden birisi gence: “İstersen buradan geri dön. Zira kapı henüz kapanmamıştır. Geri dönebilirsin. Yoluna devam edersen geri gelemezsin,” der, genç: “Yoluma devam edeceğim” deyince,

Nefsi levvame.

o zaman eline küçük bir kandil verilirdi. Derhal mukaddes mabedin kapısını gürültü ile kapatırlardı.

[Kandil:] Bu tevhid, zikir.



Ölüm İmtihanı


Genç dehlize girmek için yere diz çöküp, emekleyerek içeri girerdi.

Secde.

Bu anda yerin dibinden kulağına bir ses gelirdi. Bu ses: “İlim ve kaderi emel eden deliler, burada helak olurlar!”

Ses gelen dehliz öyle bir şekilde yapılmıştı ki, bu ses fasıla ile yedi defa yankılanırdı. Buna rağmen yola devam etmek lâzımdı. Bir müddet sonra dehliz genişler, fakat yokuş aşağı inilirdi. Nihayet genç bir deliğe rastgelir, bunun içinde demirden bir merdiven bulunurdu. Genç bu merdivene tırmanır, çıkardı. Son basamaktan sonra karşısına içi katranla dolu, simsiyah, korkunç bir kuyu çıkardı. Elindeki kandille bu ölüm kuyusuna bakar ve titrerdi. Bu kuyunun içine düşüp ölmek vardı.

Bunlar riyazet.

Canını kurtarmak için etrafı gözler, nihayet sol tarafta bir yarık görürdü. Burada basamaklar vardı. Burası kurtuluş yolu idi. Derhal bu basamaklardan yukarı çıkar, katran kuyusundan canını kurtarırdı. Kaya içine oyulmuş merdivenden döne döne çıktıktan sonra nihayet, tunçtan yapılmış bir kafesin önüne varırdı. Burası erkek ve kadın heykellerinin bulunduğu bir sofaya çıkardı. Duvar üzerine iki sıra nakışlar görülmekteydi. Bu resimlerin hepsi birer mecâzi mânâya delalet etmekteydi. Bu salonun bir yüzünde 11, diğer tarafında da 11 resim olup, güzel heykellerin ellerindeki billur fanuslar, bu resimleri aydınlatmaktaydı.

Bu mukaddes salonu muhafaza eden rahip, genci görünce parmaklığı açar, onu güleryüzle karşılardı. Ve kendisine: “Birinci çileyi başarıyla bitirdiniz... Sizi tebrik ederim,” der, genci salonun ortasına götürerek duvardaki mukaddes mânâları izah ederdi. Bu resimlerin her birinin altında bir harf ve bir sayı vardı. 22 sembol bulunmakta idi ki, ilk 22 sırrın işareti idi.

Esmalar.

Bunlar gizli ilimlerin alfabesiydi. Bu harfler, Cenabı Hak'kın bahşettiği, kâinat sırlarının anahtarı idi. Bunlar irade ile kullanılırsa, her şeyi yapmak mümkün olurdu.

Her harf ve sayı, üçlü bir kanuna delalet ederdi. Yani Lâhutî âlem, aklî âlem ve cismanî âlem'de etkileri vardı. Örneğin 1 sayısına karşılık olan A harfi, Lâhutî âlem'de bütün varlıkların kaynağı olan Mutlak Varlığı; aklî âlem'de, sayıların birliğini, kaynağını ve sentezini; fiziksel dünya olan cismanî âlem'de de, bütün varlıkların başı olan ve sonsuzluğa uzanabilen Âdem'i (insanı) temsil ediyordu.

Nefsi mutmainne’ye gidiyor şimdi.

Allah'a ulaşma sırrı ya da "A" sırrı, elinde âsâ, başında altın taç, beyaz elbise giymiş olan mabut Osiris'in şekliydi. Beyaz elbise temizliğe ve namusluluğa; âsâ, âmirliğe; altın taç ise göğün nuruna delalet etmekteydi.

Rahip bunları gence anlatırdı. Sırları birer birer izah ederdi. Tacı göstererek: “Hakikati meydana çıkarmak ve adaleti icra etmek için Allah'a ulaşan özgür irade, daha dünyada iken ilâhi kudretten hisse alır. Bu, ruhlara ebedi mükâfattır,” derdi.

Genç hayretle bu açıklamaları dinlerdi. Hakikatlerin ilk parıltılarını görmeye başlardı.

Ateş İmtihanı


Zorluklar. Gerçek ateş değil, hayatın zorlukları.

Bundan sonra rahip bir kapı açar, dar ve uzun bir kubbeye girilir, buradan ilerlerken, karşısına alevler saçan bir cehennem çıkardı. Gencin bu alevler içinden geçmesi lâzımdı. Genç korkusundan titrerdi. O zaman rahip: “Ölüm ancak zayıf ruhları korkutabilir... Ben vaktiyle bu âlemi, bir gül bahçesinden geçer gibi geçmiştim,” derdi.

Kolaylaşıyor. Nefsi mutmain’e gelince, herşey kolaylaşıyor.

O anda mukaddes parmaklık kapatılırdı. Genç, ateşe doğru ilerlerdi. Yaklaşınca görürdü ki, bu alevler, göz boyayıcı birtakım gölgelerden ibaretmiş. Ortasında bulunan bir dar yoldan geçerek bu ikinci çilesini de atlatırdı.

Su İmtihanı


Üçüncü imtihanı ise, su çilesi idi. Durgun ve simsiyah bir suyun içinden geçerdi. Bu petrol renkli su, bir ışık altında parlamaktaydı. Korkmadan burayı da geçer, kurtulurdu. Fakat genç yorgun ve takatsız bir hale gelirdi.

Şehvet İmtihanı



En mühim nokta bu. Atalım, yahu. Kainatın sırları. Onları bırakıp, harami şehvete düşmek!... [Çok yazık.]

Bu seyahat tamam olduktan sonra iki rahip karşısına çıkar, onu karanlık bir mağaraya getirirlerdi. Orada yere yumuşak bir yatak seriliydi. Mağaranın kubbesinde sönük bir tunç fanus asılıydı. Burada genci soyup yıkarlardı. Arkasına da ketenden bir elbise giydirirler, üzerine güzel kokular sürerlerdi. Ve kendisine: “Burada rahat et, büyük rahibi bekle,” derlerdi.

Yorgun genç, derhal tatlı bir uykuya dalardı. Biraz sonra mağaranın sonundan şehvet verici müzik sesleri kulağına gelirdi. Uzaktan gelen harpi ve filanta sesleri, onun ruhuna tesir ederdi.

Yarı uyku halinde iken, yatağının yanına bir kadın gelirdi.

Bu dünya güzeli genç kadın, şeffaf kırmızı tülden bir elbise giymiş, boynuna incilerden bir gerdanlık takmıştı. Bu güzel kadın sol elinde güllerle süslenmiş bir kadeh tutmaktaydı. Kadının parlak gözleri, ateş gibi dudakları karşısında genç titrerdi. Bu şehvet saçan güzeller güzeli kadına bakakalırdı. Bu huri niçin gelmişti? Mağarada ikisinden başka kimse yoktu. Kadın cilve yapıyor, ellerini gence uzatıyor, ona sarılıp beraberce yatmak istiyordu. Elindeki şarap kadehini gence uzatıyordu. “Güzel yabancı genç, benden neden korkuyorsun? Sana galiplerin layık oldukları bir mükâfat olarak geldim. Çektiğin zahmetleri unutturmak için saadet kadehini getirdim. Gel sevişelim. Tatlı saatler geçirelim,” diyerek yatağına oturup, cilveler yaparak onu tahrik ederdi.

Bu güzel kadının tatlı sözlerine bu genç dayanamayarak kadına sarılır, kadının çenesinden çıkan kokularla mest olup öpmeye başlarsa, güzel kadın ona elindeki kadehteki şarabı içirirdi.

[Kadının çenesini öpmeğe başlarsa:] Bitti. Bütün çalışmaları boşa gitti. Allah cümlemizi korusun. Onun için, bana gelen nadir. O iki noktayı [Haram Servet, Haram Şehvet], söylerim, bir daha gelmez.

Kadın ile biraz oynaştıktan sonra, başı dönmeye, içi yanmaya başlar, derin bir uykuya dalardı. Çünkü şarapta uyutucu bir madde vardı.

Güzel kadın derhal kaybolurdu. Bir müddet sonra ayak ucunda bir rahibin kaşları çatık bir halde durduğunu görür, derhal ayağa kalkardı. Rahip ona: “İlk çileleri atlatmıştın. Ölüme, ateşe, suya galip gelmiştin. Fakat kendi nefsine hakim olamadın. Sen ki ruhların en yüksek mertebesine sahiptin. Hislerine hakim olamayarak maddenin kuyusuna düştün. Şehvetine esir olarak yaşayan bir kimse, karanlıklar içinde yaşar. Sen, karanlığı nura tercih ettin. Öyleyse karanlıkta kal. Hayatını kurtardın, fakat özgürlüğünü kaybettin. Bundan böyle bu mabette, hayatının sonuna kadar esir kalacaksın. Kaçarsan öldürüleceksin,” derdi.

Bu güzel kadın gencin nefsini tecrübe etmek için gönderilmişti. Eğer genç şehvetine galip gelmez, kadınla sevişirse, artık o mabette ebediyyen esir yaşardı.

Bütün imtihanları geçiyor, şehvette takılıp kalıyor. Bunu da geçerse evliyadır. [Mürşit olacaklardı,] iki profesör de burda takıldılar. Şehvet için aldım orayı [Hermetizm’i]. Eğitim, şehvet imtihanından sonra oluyor. Yoksa orda kalıyor. 70 yaşında adam, “Daha hâlâ içimde şehvet oynuyor,” dedi.

Eğer kadını reddederse, bu imtihanı da başarmış olurdu. O zaman ellerinde birer meşale 12 rahip gelerek genci alırlar, ilâhiler okuyarak İsis'in bulunduğu salona getirirlerdi. Orada beyaz elbise giymiş genç rahipler, yarım daire olmuş beklemekteydi. Pek muhteşem bir şekilde aydınlatılmış olan bu mukaddes salonda, İsis'in muazzam bir heykeli bulunmaktaydı. Göğsünde bir gül, başında 7 kâseli bir taç vardı.

Rüfai takkesinde de 7 şerit bulunuyor. [Nefsin yedi mertebesine karşılık.]

İsis kolları üzerinde oğlu Horus'u tutmaktaydı. [Horus, Mısırlıların ilk mabutlarındandır. Bir doğan şeklinde tasvir edilir, doğudan geldiği söylenirdi.]

Başrahip, kadife bir elbise giymiş olduğu halde genci kabul eder, sırları kimseye söylemeyerek itaat edeceğine dair yemin ettirirdi. Bundan sonra bu genci, kardeş sıfatıyla tebrik ederdi. Gencin buraya kadar geçirdikleri, kabul merasimiydi.


Eğitim


Bundan sonra eğitim ve çıraklık devri başlardı. Gence küçük bir oda tahsis edilirdi. Burada yatar, kalkardı. Öğretmenler tarafından kendisine dersler verilirdi. Bir şehir kadar geniş olan ibadethane salonlarında ve avlularında dolaşabilirdi. Etrafında piramitler, dikilitaşlar göklere yükselmekteydi. Dikilitaşların üzerinde hiyeroglif yazıları bulunmaktaydı. Gencin okuduğu dersler insanlık tarihi, mabetler, botanik, tıp, mimari ve kutsal müzik idi.

Burası bir üniversite halinde idi. Buraya en zeki gençler alınır, yüksek dereceli bir eğitime tabi tutulurdu. Medeniyet tarihindeki birçok pozitif bilimler burada meydana getirilmişti. Fizik, kimya, geometri, astronomi pek ileri gitmişti. Tabii olayların kanunları, burada bulunmuştu.

Hermetizm, bir dinden ziyade bir tefekkür merkezi idi. Allah'ın varlığı ve birliği bu eğitim vasıtası ile bilinirdi.

Buradaki gençler yalnız öğrenmekle kalmazlardı, araştırmakla da vazifeli idiler. Hepsi birer mütefekkir idi. Onlara göre ilmin terakkisi, hakikatlerin insan ruhunda doğması ile kabul olabilirdi. Bu ruhun yaratıcı olmasına gayret ettirirlerdi. Bu da uzun bir çalışma sayesinde mümkün olabilirdi.

Bu gençlere öğretmenleri, hiçbir şeyde yardım etmezlerdi. Gençler bu işe şaşarlar, fakat zamanla mânâsını anlarlardı.



Genç, duvardaki işaretlerin mânâsını anlamaya çalışırdı. Zamanla kalbinde yeni şeyler doğmaya başlardı. Öğretmenlerinden birine sorardı: “Acaba günün birinde, İsis'in gülünü koklamak, Osiris'in nurunu görmek nasip olacak mı?” Buna cevap olarak şöyle denirdi: “Bu bizim elimizde değil. Hakikat verilmez. İnsan, onu kendi nefsinde bulur. Yahut bulamaz.”

Hadisi şerifin meali: “Nefsini bilen Rabbini bilir.”

“Biz seni zorlamayız. Sen kendi kendine vasıl olmalısın. Kutsal çiçeğin açılmasını zorlama. Onun zamanı gelmişse, bir gün gelir. Çalış ve yalvar.”

Genç odasına çekilir, böylelikle nice yıllar geçerdi. Düşünür, hakikati bulmaya çalışırdı. O artık Hak'ka teslim olmuş, hakikate kendini vakfetmiş olurdu.

Fetih (Açılış)



Veli olmaya çalışıyor. Ölmeden evvel ölmek.

[“Ölmeden evvel ölünüz”—Hadis.]

Günün birinde Rahibi Âzam bu gencin yanına gelir: “Oğlum! Hakikatin sana açılacağı saat yaklaşıyor. Çünkü sen, kalbinin derinliklerine nüfuz ederek, orada ilâhi hayatı buldun. Temiz kalbinle, hakikate aşkınla, feragât göstererek layık olduğunu ispat ettin. Osiris'in nurunu hiçbir kimse, ölüp dirilmeden göremez. Şimdi seni yeraltında bir mezara götüreceğiz. Sakın korkma. Çünkü sen, bizdensin!”

Somuncu Baba. Darende’de de öyle. Hacı Bektaş, Mevlânâ, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, hepsi buradan geçmişler. Yunus Emre: “Hamdım, piştim, yandım.”

Alacakaranlıkta rahipler, ellerinde birer meşale, genci yeraltında bulunan bir odaya getirirler, orada mermerden yapılmış üstü açık bir lahitin önünde dururlardı.

Rahip: “Hiçbir kimse ölümden kurtulamamıştır. Ölen her ruh, tekrar dirilecektir. Diri olarak bu mezara gir. Nuru bekle!”

Genç bu tabuta girdikten sonra, rahipler çekilip giderlerdi. Odadaki lambayı da söndürürler, her tarafı bir karanlık kaplardı. Bu anda gencin kulağına, derinden derine bir cenaze duası gelmekteydi. Mermer tabutun soğukluğu, karanlık, sessizlik ve duanın hüznü onun üzerinde pek acı tesir ederdi.

Biraz sonra karanlığın içinden parlak bir nokta belirirdi. Bu nokta yavaş yavaş yaklaşır, büyür, nihayet beş köşeli bir yıldız belirirdi.

[“Gece İbrahim'i örttüğünde, bir yıldız gördü” (6:76). “Alçalmakta olan yıldıza and olsun ki” (53:1).]

Şuaları renk renk idi.

Nakşi’de var bu hep. O makamda bu renklerin hepsi görülüyor. Bu dersi masonluğa almışlar. Bu yıldız masonlukta var yani. [Masonluk:] Biz masonlardan değiliz, masonlar bizden. Masonlar buraya gelseler, ben hep onlara anlatırım. Yusuf Hemedani, Hz. Pir [Abdülkadir Geylani], Ahmet Yesevi—eğer bunları okurlarsa, bütün masonlar müslüman olacak.

[“O, en yüksek ufkun üzerinde doğruldu, Sonra yaklaştı, ardından sarktı” (53:6-8).]

Biraz sonra bu yıldız büyüyerek bir güneşe dönüşürdü.

[“İbrahim güneşi gördü” (6:78). “İki yay kadar mesafeye...” (53:9).]

Perdeler açılıyor orda. O makamda göz kapalı, huzurdasın, bunların hepsi oluyor. Bunlar açılıyor.

[“... hattâ daha aşağı/yakına geldi. Böylece kuluna (Muhammed'e) vahyedeceğini vahyetti... Ve onu başka bir sefer, en son sidre ağacının yanında gördü... Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. Gözü, ne kaydı, ne de şaştı. And olsun ki, O (Muhammed), Rabbinin en büyük işaretini gördü” (53:9-18).]

Biraz sonra bu nur da silinerek bunun yerine bir gonca görünürdü. Biraz sonra bu gonca çiçek açardı. Bu beyaz bir güldü, fakat yavaş yavaş kızardığı görülmekteydi. Çok geçmeden, bu gül de gözden kaybolurdu. Bir bulut hasıl olarak, muhtelif şekillere girdikten sonra bir insan olurdu. Bu, genç ve mütebessim bir kadındı. Yüzünde bir örtü bulunmaktaydı. Elinde papirüslerden yapılmış bir kitap vardı.

Bu kız tabutta yatan gence yavaş yavaş yaklaşır ve ona derdi ki: “Ben senin göze görünmez kız kardeşinim. Senin mukaddes ruhunum. Elimdeki, senin hayat kitabındır. Yazılı sayfalar senin geçmiş hayatının olayları ile doludur. Boş sayfalara ise gelecek hayatın yazılacaktır. Şimdi beni tanıdın. Ne zaman beni çağırırsan, derhal gelirim.”

[Hikmet—sona doğru beliren karşı cinsten, melekvari görüntü:] Sonunda gene geldi. “Ben senin ruhunum,” diyor. Ruhun. Artık erkek, kadın hep kardeşin. Bu son mevzu. Buna bazı veliler hutam [hitan: engel] derler. Buna takılırsa burada da kalır, ileri gidemez.

Bu da bir perde idi. Bu da aşıldığında genç, Osiris'in ışığına yükselir, anlatılmaz lütuflara kavuşurdu.

[“Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez.” (32:17). “Sâlih kullarım için, hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir aklın düşünemediği şeyler hazırladım” (Buharî, Müslim, Riyaz-üs Sâlihiyn, No. 1885).]

[Boş sahifeler—yeniden doğuş:] O noktada bizim dinimizde büyük mürşitlerin kalp gözü açılıyor. Orda üçüncü üniversite, son üniversite başlıyor, bir insanı kâmil oluyor. Gerçi Allah’ın cemalini görmüyor ama, sesini işitiyor, sohbet yapabiliyor.

[İslam dininde, Musa Aleyhisselam “Kelimullah” (Allah'la konuşan) olarak bilinir. “Musa ateşin yanına gelince: 'Ya Musa!' diye seslenildi. 'Ben şüphesiz senin Rabbinim. Ayağındakileri çıkar, çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva'dasın. Ben seni seçtim; artık vahyolunanları dinle'” (20:11-13).]

Genç kalbinde hikmetin aşkını sezerdi. Tekrar dalgın uykuya huzur içinde dalar, gözlerini açtığı zaman rahipleri karşısında bulurdu. En başta başrahip bulunmaktaydı. Genci ayağa kaldırdıktan sonra, ona bir kadeh şerbet içirirdi. “Sen artık dirildin, bizimle birlikte sofraya gel ve bize Osiris'in nuruna ettiğin seyahati anlat,” der, genci yemeğe götürürlerdi.

O şerbet, portakalla limon arası bir renk. Onu içtikten sonra nefsi emmare’den hiçbir şey kalmıyor. Bir de hayali yemek var. Yemek getiriyorlar. Taam. [Erişme, doyum.]

[“Rableri onlara tertemiz bir içecek içirir” (76:21). “Meryem oğlu İsa dedi ki, 'Allahım, Rabbimiz: Bize ve bizden sonra geleceklere bayram ve Sen'den bir delil olmak üzere gökten bir sofra indir, bizi rızıklandır. Sen rızık verenlerin en hayırlısısın'” (5:114).]

Beraberce yemek yedikten sonra, rahip genci alarak gece vakti mabedin rasathanesine çıkarır, orada kendisine Hermes-Tot'un sırlarını öğretmeye başlardı. Hermes-Tot'un miraca çıkıp, kâinatı seyretmesini ve yedi kat göğü gördüğünü anlatırdı. Orada Cenabı Hak'kı gördüğünü bildirirdi. Bu, son ders idi.



Bunların hepsi bu şehrin [bedenin] içinde. Üniversiteler bu şehrin içinde. Başka türlü yaşamak. Bu üniversitenin içinde. Allah nasip etsin inşallah.

Bir konuk: Talebelere birşey açıklamazlarmış.

Ya, ya, ya. [Tasavvufta da öyle.]

Bir konuk: Bugün Hermetizm yok.

Bin senedir yok. O adama [Hermes] “İdris peygamber” demişler, bir rivayete göre. Değil, ama ruh miracını yapmış. Onun için seviyorum o adamı. [İdris peygamber de mirac yapmış. Kuran'da onun hakkında: “Biz onu yüce bir mekâna yükselttik” (19:57) deniyor. Efendi'ye göre tefsiri: “Biz onu güneşe raptettik.”]

Bir konuk: Felsefenin mânevi tarafı kayboldu.

Geçti gitti. Neden? Çünkü Muhammedi nur gelecek. Eflatun, akıllı adam. Müslüman değil ama, yolu açmışlar. Neden maddi-mânevi ilimler ayrıldı? Hz. Muhammed’e yolu açmak için. [Bir çiçekte koruyucu yaprakların açılıp tomurcuğa yol vermesi gibi.]